Ülkemizde her alanda, her gün yaşanan onlarca ve hatta yüzlerce kural ihlali, işyeri ve trafik kazaları, kanunsuzluk, usülsüzlük, yolsuzluk ve rüşvet , dolandırıcılık, hırsızlık, tehdit, şantaj, anlaşmazlık, gerginlik, tartışma, kavga, yaralama, cinayet ve üstüne yıllardır toplumu kemiren “pkk terörü” yaşanmakta olup toplumsal hayat çekilmez hale gelmiş, insanların bir kısmı geleceklerinden endişe etmeye başlamışlardır. Çevremdeki bazı insanların “Türkiye’de yaşanmaz artık” düşüncesiyle Batılı Ülkelerde yeni yaşam kurma hayali içinde olduğunu görüyor ve ülkem adına üzülüyorum.
Her konuda kestirme çözüm üretebilen uyanık Türk zekası malesef bu sorunun gerçek sebebi olarak dikkatimi çekiyor. Prof.Emre Kongar’ın ifadesiyle " insanlarımız kulluktan vatandaşlığa" terfi ederken, bazıları sadece "bireysel çıkarlarının" bilincine varabilmişler, ama bireysel çıkarların da bir anlam ifade edebilmesi için gerekli alt yapının kaynağı olan "kamu yararı" kavramını ne yazık ki geliştirememişlerdir. Bu çerçevede, "demokrasi kültürü" de yeterince gelişmemiş, "demokrasi", "kamu yararının sağlanmasının aracı" değil, adeta "bireysel yağmacılığın aracı" olarak algılanmaya başlamıştır. Bireyler, "demokrasinin" kendi yararlarını da kapsayan "kamu yararının" ve kendi çıkarlarını da kapsayan "kamu çıkarının" korunmasına yaradığını görememektedir.
Siyasal liderlerin iktidarlarını sürdürebilmeleri için, çevrelerine bireysel çıkarları ön plana alan kişileri toplamaları, bu yozlaşmayı daha da arttırmakta ve bir kısır döngüye çevirmektedir: Kalitesizlik, çıkarcı çevreyi üretmekte, bu çevre de ancak kendi sayesinde başta kalan liderleri desteklemektedir. Bu özellik, önce bürokrasiye, sonra da tüm kamuoyuna, "örnek" olarak da kötü bir etki yapmakta, adeta eğitim yoluyla, sürekli bir ahlak yozlaşması, bir rüşvet ve yolsuzluk yaygınlaşması tüm ülkeyi pençesine almaktadır.(1)
Futbola baktığımızda dünyada uygulanan kurallar, bizde keyfi olarak adamına göre uygulanır. Futbolcu küfreder, duruma göre bazısı kırmızı kartı görüp oyundan atılır, bazısı adeta ödüllendirilir gibi korunup kollanır. Şike iddialarıyla bir rüzgar yaratılır, sonuç fiyasko... Sahalarda olaylar çıkar, yakılıp yıkılır, arbede saha dışına taşar, kulübün durumuna göre verilen cezalar suya tirit misali bir anlam ifade etmez.vs.vs. Kuralsızlığın egemenliği sürer gider.
Trafiğe gelince durum daha da vahim. Her yıl binlerce insanımızı trafik kazalarında kaybetmemize ve daha fazlasının da yaralanmasına rağmen durum böyle sürüp gider. Hele her Bayram sevinç içinde yola çıkan yüzlerce ailenin yollarda telef olmasına hep içim yanar. Kuralsızlığın egemenliği sürer gider.
İşyeri kazaları, bile bile ladestir. İşveren önlem almaz suçlanır, ama unutmayalım ki çalışan da “bi şey olmaz abi” mantığıyla kuralları hiçe sayar. Üstüne gidersen, “ben şu kadar yıldır bu işi yapıyorum, bana mı öğreteceksin” denilerek bilgiçlik taslanır, kendisini, diğer çalışanları ve işyerini riske atar ve iş sulandırılır. Kuralsızlığın egemenliği sürer gider.
Maden kazalarında ölümler artık kaza olmaktan çıktı kader haline geldi, denilebilecek her şey söylendi ama netice değişmiyor. Dünyadaki örneklerine bakınca ilkel toplumlar seviyesinde olan ton başına ölüm olayı utanılacak boyuttadır ama kuralsızlığın egemenliği sürer gider.
Kadın ve aile içi şiddet ve cinayetlerde zirvelerde oluşumuzu, sosyokültürel yapımızın yanında polisin, yargının ve toplumun kadına bakış açısındaki çarpıklığı 21.nci yüzyıl Türkiye’sinde yaşamak kabul edilebilir gibi değildir.
Aklına esen herkesin, işine gelmediğinde muhatabına fiziki ve silahlı saldırısı o kadar vakayi adiyedendir ki apartmanda, mahallede, düğünde, işyerinde, okulda hastanede, eğlencede, yolda, çarşıda, pazarda incir çekirdeğini doldurmayacak konularda çıkan tartışmalar cinayetle sonuçlanmakta. Düğün ve kutlamaları silah kullanarak yapan maganda kültürü toplumu esir almış bir çok insanın ölümüne sebep olmaktadır.
Hastanede derdine derman olacak doktorlara saldırılar, yaralama ve ölümler her gün televizyonlarda haber olmakta. Hatta trafik kazasına, hasta ve yaralıya müdahele için gelen ambulansın şöförüne, doktoruna, hemşiresine bile saldıran manyaklar var. Bir siyasi parti liderine hem de TBMM’de yumruk atabildiği, bir başkasının bir parti merkezine girerek yöneticisini bıçakla yaralayabildiği, Belediye Başkanlarının ve taşrada parti yöneticilerinin öldürüldüğü, bir ülkede yaşıyoruz. Verilen bunca tavize ve yapılan yasal düzenlemelere rağmen BDP/HDP’li siyasetçilerin, yıllardır bölücü pkk terör örgütünün şiddet eylemlerini ve işledikleri cinayetleri kınamamaları, hatta savunmaları ve sürekli halkı sokağa davet etmelerinin yarattığı psikoloji çok kötü bir örnektir...Pkk yandaşlarının sokak eylemlerinde kendilerinden olmayan insanları vahşice linç ettiği bir ülkede yaşıyoruz.
Kuralsızlığın ve kanunsuzluğun hakim olduğu, kamu düzeninin sağlanamadığı bir düzende insanlar geleceklerine güvenle bakabilirmi ve o ülkede huzur olurmu??? Bu yapıdan huzur, adalet, mutluluk, başarı ve kalite çıkarmı? Batılı ülkeler, ortaçağda yaşadıkları karanlıktan rönesans ve reformlarla kurtulabildiler ve eğitimle çağdaş uygarlığı yaratarak, bugüne geldiler. Biz ise hurafelerle derdimize derman arayıp sorunlarımızla yüzleşmekten kaçındık. İslam ülkelerinin ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda bugün yaşadığı geri kalmışlık, terör ve binbir türlü sorunların kaynağını sorgulamanın zamanı geldi ve geçiyor.
1923’ten sonra ATATÜRK’ün öcülüğünde, pozitif ilimlerin ışığında açılan yol yeterince değerlendirilememiştir. Hükümet, eğitim, sağlık, adalet ve emniyet alanlarını öncelikli konular beliremesine ve kamu düzeninin bozulmasına izin verilmeyeceğini söylemesine rağmen 10 yıl önceye göre daha geriye düştüğümüzü görüyor ve herşeye rağmen umudumu kaybetmemeye çalışıyorum. Kuralsızlığın egemenliğinde gidilebilecek yerin kargaşa, kaos, çözümsüzlük ve üçüncü dünya ülkeleri arasına varmak olabileceğini görmek ve gereğini yapmak şart.
Süheyl ÇOBANOĞLU
RUBASAM Başkan Vekili
