Balkan’dan Anadolu’ya Şehitlik ve Gazilik
Mehmet Âkif, Çanakkale’nin destanını yazdığı muhteşem şiirinde, dünyadaki habisliğin bombalara dönüştüğü iki yüzlü 20. asrı şöyle nitelendirir:
“Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl”
Şanlı 14. asrın başından “sefil” 20. asrın başına gelindiğinde, Balkanlar’daki Müslümanlar da fırtınaya tutulmuş gibi dağılmıştır...
Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında, 14. asrın ilk yıllarında fethedilen Yalova’da, Laledere köyündedir savaş başladığında genç Şerif... Üsküp’ten, doğduğu Batinca köyünden çok uzaktadır artık.
Şam-ı Şerîf’te, şanlı Halep’te savaşır...
Mübarek Kâbe’nin “bahçe kapısı” sayıldığı için, imanında zaaf olanın bir türlü akıl erdiremeyeceği fedakârlıklarla korunan bir belde olan Yemen’de savaştı...
“Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyâr olmaz!”
Değeri, ayaklarının altına cennet serilen analarla kıyaslanan Bağdat’ta savaştı...
Bir hekim ona, bazı rahatsızlıkları için bir rapor yazabileceğini, memleketi Üsküp’e dönebileceğini söyledi!
Cevap kesin idi: “Köyümde kimsenin yüzüne bakamam! Eli silah tutan akranım burada!...”
Ve Çanakkale...
“Kahramanlık, iman, vefa ve vicdan” gibi kavramının bütün maskelerinden sıyrılarak görüldüğü cephe...
Bir gülle düşer yakınına...
Önce geçici bir sağırlık...
Sonra sol kısımdan başlayarak tüm vücuda yayılan kesif bir acı... Kesif bir soğukluk...
Sol bacağı tamamen kopmuş vaziyette döner köyüne...
Sol bacağı kopmuştur evet... Ama “Kahramanlığı, imanı, vefası ve vicdanı” kurtulmuştur...
Elhamdülillah!
1953’te Türkiye özlemi düşer içine...
Ne de olsa “bir parçası!” o topraklardadır...
Üsküp Türk konsolosluğu, istediği takdirde, Türkiye’de istediği yerde kendisine toprak ve yerleşim yeri imkânı sağlanabileceğini bildirilir.
Biraz çocuklarının Balkan topraklarına bağlılığı, biraz da dedelerinin mezarlarını terk edememesi nedeniyle Türkiye’ye gitmekten vaz geçer.
1962’de, Çanakkale’de düşen gülle ile gelmeyen, tehir edilen vuslata kavuşur GAZİ ŞERİF AGA...
Mezarı mı?
İki siyah taş sadece... Baş ve ayak kısmında işlenmemiş iki siyah taş...
Yazısız iki siyah taş... Yazısız ve süssüz, tabiilikle heybetlenmiş iki siyah taş... Kabri gören insanın gönlünden, o mezar taşına Arif Nihat Asya’nın şu güzel mısralarını yazmak geçer:
“Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin;
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye,
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?...”
GAZİ ŞERİF AGA’nın türbesi yok,
ama
yattığı tepe kutlu şüphesiz!...
Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul Karakuş
Yeni BALKAN Com